Küçükken ruhban sınıfında okumuşum. Bebekliğim Türk ve Kayık Adalarında geçmiş. Devlet parasız yatılıda o dönem kontenjan kıtlığından içeri girememişim. Neyse ki sonrasında akla kara belli olsun diye kara para aklamadan içeri aldılar. Aklayabilseydim içeri girmeyecektim. Öyle çabuk parlayan, alıngan bir yapım da yoktu. Zira aynı dönem paralı öğrencilerin ihtişamlı saraylarında simide çay banlayıp yaylada tuzlu ekmek tekila yapmıştım. Gökyüzünün sarı olduğunu hatırlamayan dindar tapınak şövalyelerinden aldığım zırhın üzerindeki bir toz zerresi kadar değeri olmadığımı bana hatırlatmış yeni nesil dijital ajandalar virüs girme ihtimali sebebi ile RTÜK tarafından kapatılmış, tahkim terbiye kurulu komisyonunda alınan kararlar çerçevesinde Danver’daki bir sahte eserler sergisinde satışa konmuş, gerçeğinden ayırt edilemediği için Palo Alto’daki (Latince’de palto) bir garaja iade edilmişti. Şimdi o garaj güney yarımkürede müze olarak kullanılıyor. İşte yine bir gün o garajın önünden geçerken kendime usulca yaklaşıp “Bre deyyus” dedim.
1001 güçlükle kaydedilmiş gelişmeleri ana avratıyla değerlediğimde dere tepe düz gittim. Çabalarımın beyhude olduğunu anladığımda ise iş işten geçmişti. Nihayetinde hayat kimine garaj getirir, kiminden kanepe götürür. Kimilerine duş jeli boru döşetir, kimileri döşeli boruya diş teli sürer. Neticede Hatice’yi gördüm, altın varaklı tepside Mübeccellerle gün yapıyorlardı. Pencerenin kenarına Röntgen makinesi bıraktım, ilişmedim. O günden beri o eve röntgene gelirler. Şifa getirsin diye kıvamlı boza içtim, tam tutturamamış tek maçtan yattım uyudum. Sabah kalktığımda kendi evimde uyanmadım. Başkasının evini kendi evim yapmışım.
⸘