A.B.U.S.A. Ltd. Şti.’nde bişeylere bakan Mahmut Kokarca, doğan, büyüyen, evli biridir. Çok pis kokar, dedikoducunun, gevezenin tekidir. Evdekilerin lügatında “yok” kelimesi yoktur. O da “var” der. Çok iyi çene çalar. Genelde sabaha doğru eve varır. Evdekiler onun gece ne tür yerlere gittiğini bilir. Ciğerciye gider.
- Ciğerim nerde?
- İştee burdaa…
- Ne? Hazır mı? (Sinirlenir) Niye hemen hazırladın? Ulan ne güzel 10 gram da küfür hazırlamıştım sana, kursağımda bıraktın. Al şu kese kâğıdını da bi tarafına sar. Yürü lan Mahmut, geberirsin inşallah. Aşığın cuk oturdu.
Mahmut Bey yürüyen bir insandır. Balıkçıya da böyle gider.
- Naber lan balık satan adam
- Çıkmıyor bee öff…
- Bayılmak istiyorum. Oooh! Bilen olcak, pişiricek, Mahmut bir güzel yiyecek, sen karşıma oturucan, yanına da birisi oturacak, ben mutlu olucam… Palamut, cin, tonik, sivri, burma, altıparmak, çekirge, heykel… Tavanda yapar, hoşçakal bakalım.
Mahmut Bey halden hale girer. Sonra bir tanıdığını görür.
- Way baba naber tıss?
- Nerde lan doktorun evi? Söyle çabuk!
- Hasta mısın lan?
- Hastayım ulan! Var mı?
- Ben 5 kilo ufak, 2 kilo da tefek alıcam.
- Bırak şimdi ufak tefeği
Mahmut Bey yerde sürüklenir. Yaklaşık 2 saat boyunca ağır işkenceye tabii tutulur.
Mahmut bakkalın önünde tavşan dergisi yıldızlarından birini görür. Göğüs rekoltesi dikkat çekmektedir. Mahmut söylenir:
- Ulan bizim sokak çocukları Belgrad maymunlarına ne kadar çok benziyor. Şu portakallara “Gel gidelim” demiyorlar. Gel gidelim anamm…
Avazı çıktığı kadar bağırarak dükkâna seslenir:
- Ulan boktartar neredesin? Gülüm.
- Ne var?
- Şekerim bu portakalların çifti kaça be ayol!
- Amerika’dan geldi, ürkme. New Orleans tufanından kaçmış, yatakta terletir.
- Kaç para dedik be ayol, âlemsin vallahi şekerim.
- Ya, bi zahmet ed, git hale sonra gel.
- Ay bitanem topoşum bayılıcam yine bak! Ben öyle uzun yollara gelemem. Evde de var zaten bir çift portakal.
- Senin evdeki kurumuş. Ama burdaki, bal dök yala. Sabaha kadar yalarsın. Biz dükkâna kuruyanları sokmayız. Bizim müşterilerimiz kibardır.
- 24 ayar saf altınım, ben de kibar mıyım?
- Tabii ki. İstesen harem kurup böylelerinden karşına dikip iki gün oynatırsın. Tutti Frutti misali.
- He walla. Paramız kıtça ama kıçımız bonkör.
Mahmut söve söve mahalleye indi. Yaşlı bir nine gördü.
- Yaşlı nine! Para ver lan! Kese kâğıdı alıcam.
- Ben nerden bulcam be para?
- Yeme beni bee, her gün işe çıkıyon işte. O sarhoş kocan da az içsin.
Evden erkek sesi gelir:
- Ne diyon lan moronun dölü! Gelmeyem oraya…
- Ağzım kulaklarıma yetişti.
İçeriden inleyen kadın sesi gelir.
- Yaşlı nine, seninki seni aldatıyor gibi, benden duymuş olma da…
- Ne var, ben de onu aldatıyom!
Bu sırada Mahmut’un evindeki cinler kapıyı açtı. Çocukları Mahmut’u karşıladı.
- Ulan karı senle icraatımızı amma kendime benzetmişim dimi la?
- Halin ne senin böyle?
- Seni seviyorum karıcığım…
- Artık sen çok olmaya başladın. Yürü bakayım eve.
Mahmut’u eve zorla soktular. Kapıyı iyice sürgüleyip kilitlediler ve Mahmut’a bir kez daha işkence ettiler.
Sonuç: Mahmut çok insan biriydi.
circa ~2005 [Lise Ajandası]
[Memduh Şevket Esendal’ın Haşmet Gülkokan isimli parçasının Lise Edebiyat 3 kitabından uyarlaması]
[Dijitale geçirirken ufak düzenlemeler yapılmıştır]
⸘