Bazı Durumlar Anlatılmaz Yaşanırmış Gerçekten

Bazı Durumlar Anlatılmaz Yaşanırmış Gerçekten | Serbest Çığrışım

Bir durum var. Epeydir süregelen bir durum. Kelimelerle anlatamıyorum tam. Ne tamı? Biraz bile anlatamıyorum. O kadar enteresan bir his ki, böyle iliklerine kadar hissediyorsun bu durumu, adeta yaşamının her anında onunlasın. Yemek yerken izlediğin her haberde, sokakta gezinirken çevrene göz gezdirdiğinde, evinde işinle meşgulken açık camdan gelen dışarıdaki seslere kulak verdiğinde, gündelik insanlarla iletişim kurduğunda, sosyal medyada ekranı kaydırdığında. (Adeta kaynımdaki Matrix) Her yerde bu durumu fark ediyorsun, hissediyorsun. Lakin çok net bir biçimde hissettiğin bu duyguyu bulanık dahi olsa aktaramıyorsun. Sadece başkasına değil, kendine bile aktarabilemiyorsun. “Neyin var yiyenim, gel otur anlat” denilecek bir şey değil.

Bu şey tam olarak bir duygu da değil aslında, ruh hali mi desek bilemedim. Mod gibi ama kısa süreli değil, uzun zamana yayılan. Tam o da karşılamıyor gerçi. Yok işte, hiçbir şekilde kelimelere dökülemiyor. Doğrudan düşünceyi yazı formatına dönüştürürken bağlamın büyük kısmı kayboluyor. Nasıl başlayacağını bilemiyorsun. Ne yazarsan yaz, ne konuşursan konuş, içindeki durumu tam olarak ifade edememenin tatminsizliği ile baş başa kalıyorsun. Edebiyat olmuyor. Peki ya müzik? Veya diğer sanatsal formlar? Çok zor. O kadar zor ki, denenmiyor bile.

Siz psikanalize başlamadan söyleyeyim, şahsi bir şey değil bu. Bana özgü değil. Esasen topluca, toplumca hissedilen bir şey. Başkalarının da (azınlık da olsa) bunu aynı benim gibi hissettiğini hissediyorum. Ama çare yok ki, onlar da anlatamıyor. Yani olay benim anlatamamam da değil, daha önce ifade ettiğim gibi kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir durum bu. Kimse anlatamıyor. Diğer yandan, anlatılamasa dahi ortak duygu durumunu başka insanlarla paylaşıyor olabilmek elbette teselli edici bir his. Bu durumla ilgili tek olumlu hal bu olabilir.

Peki ne yapacağız? Ortada hiçbir yöntemle anlatamadığımız, ifade edemediğimiz, birbirimize aktaramadığımız bir durum var. Hangi iletişim formunu kullanırsak kullanalım bu duygu durumunu bir türlü iletemiyoruz. Böyle bir durumla nasıl başa çıkılır? Bu nasıl paylaşılır? Bir anlatabilsek, bu durumunu paylaştığımızı hissetsek, belki yükümüz hafifleyecek, belki bu durumda olan ama farkında dahi olmayan kişilere de bu farkındalığı aktarabileceğiz.

Şu ana kadar durumun anlatılabilememesinden bahsettim. Ama hiç anlatmayı denemedim. O sebeple biraz durumdan bahsetmeye çalışmak istiyorum. En azından belli özelliklerini aktarayım ki belki sizin de içinde bulunduğunuz durumlar arasından bazılarını eleme şansınız olur veya bazılarıyla benzeşir. Bu durum elbette yazış tarzımdan anlamışsınızdır ki negatif bir durum. Dediğim gibi şahsi bir durum değil. Elbette ki bu durumun varlığını hissedebilmek insanın kişiliği ve yaşadıkları ile ilgilidir, ama bana özgü bir durum veya spesifik olarak benim karşılaştığım şeylerden dolayı duyduğum bir his değil. Bir olaya bağlanabilecek bir şey de değil. Havadaki oksijenin her an varlığı gibi, hayatın arka planında sürekli var olan ve insan hayatını sürekli etkileyen bir şey. Çok kesin bir özelliği var ki; bu şey tamamen insanla, insan doğasıyla ilgili. Yani insanlar olmasaydı bu his/durum olmazdı. Ama zaten (maalesef) ne insanlarla ilgili değil ki şu hayatta?

Bu durum esasen sosyal insan ve onun yaşayışı ile bağlantılı. Bakıldığında sosyal toplum olarak belli şeylerde ortak paydada anlaşabiliyoruz (İkinci ve üçüncü dünya ülkelerini kast etmiyorum). Mesela hukuk dediğimizde, ahlak, vicdan dediğimizde belki anlatmak istesen 100 sayfa yazıyla anca anlatabileceğin şeyler tek kelime ile insanların kafasında beliriveriyor. Bak, belki de bu duruma tek bir kelime bulmak lazım. Gerçi bu bahsettiğim kavramlar da herkesin kafasında aynı şeyi uyandırmıyor.

Ya da tam tersi. Belki de kısacık süre zarfında hissedebildiğimiz bu durumu benzer kısalıktaki süre zarfında anlatmaya çalışmaya uğraştığımız için nafile oluyor çabalar. Ne bileyim, belki anlatmak istediğimiz kişiyle yarım saat yalnızca gözlerimizin içine baksak, bir gece konuşmadan açık gökyüzünü seyretsek, uzun cümlelerle değil de, kısa ama zamana yayılmış cümlelerle ifade etsek. Bunlar denendi mi bilmiyorum. Ben denemedim. Ama bu negatif duruma pozitif eylemlerle yaklaşmak gibi. Sanki durumu anlatmak değil de ondan kaçmak gibi de oluyor.

Neyse, sosyal insan yaşantısından bahsediyordum. Büyük tersliklerin olduğu bir konu bu. Ama öyle insanın insana yaptığı zulüm, sefalet ve acı çeken insanların varlığı, yerel veya global ekonomik ve sosyopolitik sistemlerin sorunları gibi somutlaştırılabilecek şeyler değil. İnsanın elini attığı her alanda oluşan genel bir tatminsizliğin pek de kimseyi ilgilendirmiyormuş gibi gözükmesi bir yana, günümüzde adeta basitliğin norm olmasının el üstünde tutulması gibi bir durum ortaya çıkmakta. Bir de bunların üzerine anlayış ve kavrayıştaki onarılması imkanlı durmayan eksiklikler var. Böyle çok affedersin, vahşete “Hayır bu yanlış” demek gibi, iğrençliğe “olmasa daha iyiydi” demek gibi, haksızlık yapana “oh no, hakkımı helal etmiyorum” demek gibi, kadrosu kedilerden oluşan bir NBA takımının neden şampiyon olamayacağına dair ciddi ciddi kompozisyon yazmak gibi. İnsanların ne konuştuğunu ne yaşadığını bilmemesi ve/veya buna orantılı tepki verememesinin doğurduğu genel bir tuhaflık var. Küçümsediğimiz diğer memelilerden daha aşağı olan özelliklerimiz. Mesela muhakemesizlik, idraksızlık, -mış gibi yapmacılık, olmaktansa göstermenin yetmesi. Hangi özelliği ne zaman kullanması gerektiğini bilebilmeyi geçtim, o özelliklerinin farkında dahi olmamak var. Tek bir şey yok ki ortada. Bütünüyle çarpık, ekseriyetiyle saçma, farkındasızlığıyla rahatsız edici bir durum var. Tüm bunların yarattığı hoşnutsuzluk hissi var. Ama işte bu hissi aktaramıyorum. Mesela bu paragrafı yazdım diye biliyorum ki aklınızda “İnsanlar aptal, kötü ve vicdansız, topunun belasını versin be ne hale getirdiğiniz dünyayı!” canlanıyor. Hayır işte, olay tam olarak o değil. İnsanoğlunun tarihinde belki de acının en az olduğu zamanda yaşıyoruz şu anda. Geçmişe oranla pikteyiz. Az sayıda efsane saygı duyulası insanlar da var. İstatistik ve biyolojinin sonucu bunlar (esasen matematik ve fizik de, o detayın yeri değil). “İnsanların çoğu niye aptal?” diye soracak kadar naif değilim. Sormuyorum zaten, kim çıkarttı bunu! Benim derdim doğa kanunları ile değil. Çok şükür bu oluşumun nedenlerini anlayabiliyorum. Asıl dert, bilenlerin gidişata etki etmesinin imkânsız kılınması ve bunun da esasen bizim suçumuz olması. Aptal insana sen niye aptalsın denmez, ama aklını kullanmayan insandan bir ölçüde hesap sorulabilir sonuçta. Tabii ondan bundan hesap sorsan ne fayda, bu hissiyatı gidermeyecek ki. Kötü gidişatın yaratıldığı bir sistemin içinde kötü gidişatı durdurma konusunda çaresiz olmak. Bu son cümle belki de anlatmak istediğim hissiyata en yakını.

Bu arada felsefe filan yapmaya çalışmak değil amacım. Öyle varoluş sancısı, nihilizm ayakları filan. Hayır, bu bahsettiğim şey son derece gerçek. Tabi nihilizmi de gömmek değil amacım; bilgelikle (bilerek, anlayarak, özümseyerek) yapılan her felsefeye saygım var. Yalnızca sonradan görmelikle, cehaletle veya popülizmle yapılan felsefeye (dahası hiçbir şeye) saygım yok. Ama dediğim gibi, bu yazıyı felsefe yapmak için değil, anlatmak istediğim ama anlatamadığım bir durumu anlatmak için yazıyorum. İşin iyi yanı, kendiliğinden mutluluk hali 10 üzerinden 9 olan şanslı bir Sapiens olarak bu durumu pek kafama takmıyorum. Nitekim bu blogu açtığımdan beri koyduğum 135. içerikte bahsettim bundan. Eh, anca kaynaştık. (Blogla yani. Okuyucularla henüz kaynaşamadık, zira yoklar..) Neyse, ben işin içinden çıkamadım, belki bu yazıyı okuyan birileri bir yol bulur, bir öneri getirir veya aynı hissiyatı paylaşmanın hafifleticiliğine kapılır.

Samimiyet ve sağlıcakla!

Bir Cevap Yazın