Kredi aldığım bir banka oturdum. Kafamı yukarı kaldırdım adeta bir zürafacasına. Güneş oradaydı. Ve belki de diğer gök cisimleri. Lakin ışık hüzmeleri çok acele davranıyor. Bir an tüm bunlara gerek var mı diye düşündüm. Neyin gerek bana neyin? Mıh gibi duvara asılı ve çetrefilli sözler. Mübalağa ederken hülasa buzlu badem içmeler. Fethiye, yat, kalk, pis yedili. Yeşil kafatasları, sevecen tırlar, zoraki ıtırlar. İçime kurbağa kaçmış da vraklamak istiyormuş gibi hissettiriyor. Gıcık gıcık, abidin abidin.
Bugün yediğim hurmalar yarın bi banka işi var onu halledicem. Bir zeytinyağından hallice alçaktan uçarak gelicem. Tüm yollar içinde en iyisi bu. Yollar düzer, düzer düzer ağlarım. Hep fillere, hep fillere koşarım. Fil avukatı olmanın akarı kokarı yoktur. Sayın avukat bey diye karıştırılıyorum alt üst olmuş karamel makiyağto gibi. Bir yudum almayagörsün insan. Niyet okumanın lüzumu yok, olsa da şayet okumadan okunan okurlar okuyacağını okutamazlar. Okuma deseymişim keşke. Alışkın değiliz biz, Ryu başına kuşak takmadan maça çıkmamalı.
Hafiften yavşağa kayan kırmızı tonlarında coşuyorum. Hem hava sıcak hem nem var hem de esmiyor. Pörsüdü cinsiyetsiz laleler. Bunal geldi gelecek eli kulağında. Öteden buhar pozu kesen su zerreleri terliğimin tekerine şıp dedi damladı. Ne olur ıslak ıslak, gelme bana öyle. Yoksa ne olur bilirsen? Dizelerim ortalığa dökülür, sıçrar orana burana. Dur yapma oraları derken, açıktan yan cebine dilersin. İşte hemen oracıkta atalarımızın mağara girişlerine kazıdığı ulvi sözler gelir akla: Kalbim tüp tüp atmaca, berisi gelir bana küt küt. Serpe sere Seracettin, horozu gece öttürt.
⸘