İptidai Çorba

İptidai Çorba | Serbest Çığrışım

Rio karnavalındaki aynalı kraliçe bir günlüğüne turuncu bir balkabağına dönüşse gariban külkedisi üvey evine kiralık faytonla döner. Ay ışığında binbir gece masallarını bine bir katarak 1001 türlü anlatan halhal bilekli A101 kasiyeri gibi bir oraya bir buraya koşturarak ayakkabı arar kabuslarında. Oysa herkesin bildiği gibi kayıp ayakkabılar ancak yakışıklı prensler tarafından tesadüfen bulunur. Sen boş vaktinde istediğin kadar ayakkabı kaybet, bulacak avare bir prens olmadıkça o gösterişli ayakkabılar beyhudeler denizine geri dönmemek üzere yelken açmış umutsuzca yol alan Uçan Hollandalı gibidir. Çaresiz yalnızlığın getirdiği gururun pençesinde ayaza varan kuzey rüzgarlarıyla acımasızca halı altına süpürdüğün hislerinin boşluğunda salınır. O esnada oradan geçmekte olan tuhaf canlılar tarafından kaşla göz arasında dokunaçlarıyla koluna yaralar bırakır, hapseder seni de engin denizin hiddetli dalgalarının arasına.

Efsanevi kayıp kıtaların üzerinden uçup kaçıp gelirsin uçuk kaçık bir edayla aklı bir karış havada gönlü bağlı, bağrı yanık, zihni puslu ve gözleri sırlı şekilde. Tepede altın bir göz, vasat ile tepegöz, tepe tepe kullanılacak bir çift söz gönderir, soğuk havalar soğuktan üşür iken sen üşümezsin buzlar ülkesinin buzlu badem diyarlarında. O anda bir deli rüzgâr eser, ne olduğunu bile anlamazsın. Asansörle çıktığın gökdelenden merdivenle inersin. Gülerek açtığın ihtişamlı kapı alelade bir ucubeye dönüşür solarak kapatıldığında.

Bol düşünen bol düşer, öyle ki yıllar sonra kalktığında düşler sokağında çaresizce simit satmaya çalışırken bulur kendini artık boyasa da kimseye bir anlam ifade etmeyeceği belli olan en son ne zaman okşandığı belli olmayan ak düşmüş saçları. Pamuk Prensesin bilge cücesinin hayatının bir döneminde mutlaka demiş olabileceği gibi; ilk yara en derindir, sonrakiler yalnızca kaşıntı verir. Aldanman basitçe aldatılmandan ötürüdür. Gözüne soka soka kaşınır suratına bu gün gibi gerçek. Buna rağmen öldürmeyen şey güçlendirdiği gibi, alışırsın yeniden anlamsız hayatın ve ucuz insanın masalsı riyakarlığına.

Düşler ve masallar gerçek olsaydı, düş ve masal değil, gerçek olurlardı. Gerçek olmayan bir şey gerçek olamayacağına göre, düşler ve masallar gerçek değildir. Saklanan şeyler de gerçek değildir. Zira gerçekler açığa çıkmakla ünlüdür. Eski zamanlarda bunlar pek bilinmez, ziyafet gecesinin ateş çemberinde müzik eşliğinde anlatılan hikayeler mit olur, komşularla beraber baba evine ziyarete gelirdi. Kabiliyeti cibiliyet seviyesine denk cumhuriyetlerde icazet bulunmadığı durumlarda hurbiyettit alınırdı. Daha sonraki çağlarda Zeus “Şşşt Azo! Git şu adamı tahrik et de öbürünü haklasın” diye azmettirir, diğer meleklerle beraber tahtta hoplaya zıplaya el pençe divan huzurlardan huzurlara varılırdı.

Herkesin içten içe bildiği bir gerçek vardır ki, huzur stabil bir duygusal zihinden geçer. Korku duvarlarının içine hapsolmuş kaygan düşünceli gaddar zihinler ömür boyu huzuru bulamayacaklardır. Zaten aramazlar da, hak etmemişlerdir çünkü.

Bir Cevap Yazın