Dikçene yürürken oraya buraya öbeklenmiş su birikintilerinden içerlediğini belli etmemeye çalışıyordu. Çok da uzak olan bir geçmişten gelen son derece antik bir aslan kükremesiyle uyandı. O uyku sersemiyle ne yapacağını bilemeyip neden olmasıncasına sulak bir göletin başına çömdü. Maya dağdan kalkan kazlar yolu yarılamış, bizimki sulak göletin sıla hasretiyle yanıp tutuşan Japon balıklarını incelemeye koyulmuşken gagadan bacaklı ornitorenkler familyasından yeni atılmış pötik bir su kaplumbağası aşağıdan eğilip fısıldadı: “Bezirganın başı bağlı, emmiyi şadırvana bu gece sen yatırıver.”
“Şadırvan?” Sincabın kafasında beliren şeffaf baloncukta yazıyordu. Ufak çapta bir stres yaşadığını belli eden bir ter damlası kirpiklerinden kopuverdi. Fonda Black Sabbath’ın ilk üç notası duyuldu. Korku dolu eşliklere düz vitesli Şahinler katıldı. Evli kaplumbağa yeşil bir Yoda’ya benziyordu. Kulak kesilen kafasını çevirdi, ve kendisine doğru eğilmiş duran Duran Duran grubunun basçısı Nigel’i gördü. Van de Graaff jeneratörüne tutulmuş saçlarıyla adeta bir kirpiye benziyordu. “Gökten itişli uzay şatıllarının yüzükleri bu yollardan geçmez delüghanli!” deyiverdi ötensu kaplumbağası. Elinde tesbihi olmasını geçtim ekmek tutacak eli bile olmamasına rağmen tesbih salladığına yemin edebilirdi. Tırsma tüm vücudunu sarmıştı. Yeni bir ses duyana kadar pozisyonunu değiştirmeyecekti.
O esnada emsali görülmemiş esansların diyarından rötarlı gelen Belen’li Helen yan taraftaki asırlanmış şamdan ağacının pek olmayan dalına tünedi. Baba tarafından baykuş, ana tarafından bayağı bildiğin sarıasma olan Helen, “yemeğe bensiz başlamışsınız” bakışı ile “şimdi olaya el atacağım” süzüşü arasında gidip gelen delen gözleriyle ortamı süzerek “İki normu olmasaydı ne doğru düzgün normalize edebilirdik, ne de doğrusal dönüşüm yapabilirdik. Ne üniter yapı kalırdı ne bir şey. Kimse korunamaz, kimse kimseyi koruyamazdı. Allahtan iki normu var.” dedi.
Herkes neye uğradığını şaşırmıştı. Japon balıkları kaçışmaya başladı. Şam şeytanı kaniş güvesine tekinsiz bir bakış attı. Dodolar uzaktaki yeni Amsterdam Bufalolarına doğru kafalarını çevirdi. Pötik aplumbağa “Emmi gene bize kaldı” diye düşünerek başını yukarı eğdi. Oysa hiçbirinin bir suçu yoktu. Bubu, şuşu ve o oydu. Endişeli sessizliği bozmak amacıyla konuşan sincap, “Eh, dağa sıçan parmağını tutar. Biz de çok hoşnut sayılmayız bu durumdan ama yapacak bir şey yok. Emmi yerine yatmalı.” diye konuştu.
Helen bu söylenenlerden katiyen bir şey anlamadı. Bilgesu kaplumbağası “Elimde bir sihirli değnek olsa da şu ortamdan ışınlanıp gitsem” diye iç geçirdi. Göl kenarı sessizliği kısa bir ezgi içeren moladan sonra devam ediyordu. Bu esnada Kazlar Maya dağa geri dönüşe geçmişlerdi. Hacı Emmi yana yatık değilken göl kenarı ziyareti yapacak değillerdi herhalde. Yok artık! Acilen acılı bufalo tavuk kanatları yemelilerdi.
⸘