Dün, ki mütemadiyen Çarşambaya denk gelir, doğum günüydü. Yaş pastanın üstündeki sönük maytapları yiyip kalan pastayı çöpe attım. 50 ila 100 gram arası tasarruf demekti bu. Karaciğerime bir miktar oksijen gerekti, camı açtım. “Anne” diye bağırdı dede. Kulak verdim. Nereden baksan 96 yaşında gösteriyordu yaşlı adamcağız. Zorlasan 92. O yaşta birinin annesi nasıl hayatta olabilirdi? Stres yaptım. Gerçekten mümkün müydü bu? Bütün o dünya savaşları, floresan ofisler, yeni gelin önlükleri, Kıbrıs’taki gazinolar.. O telaşla elimdeki agresif duş başlığını düşürdüm. Dengemi sağlayabilmek için plastik iskemleye ters oturdum. Kafamı elime alıp beraber duvardaki tablolara göz gezdirdik. Oysaki güne çok güzel başlamıştım. Doğum günlerine umut dolu denirdi, yaklaşan sona uhrevi bir hatırlatma. Gayet tabii sonu olan şeyler sonludur. Geçen yıl geçtiyse, bu yıl da geçecek. Endişeye kapılmak yersiz. Sonuçta ölüm varken ben yokum, ben varken sen yoksun, sen yokken ölüm var, ölüm yokken ölün var. Son cümlede ben de tırstım.
⸘