Erdem kolayca kazanılan bir şey değildir. İki kitap okuyup kazanılmaz mesela. Ya da iki ülke gezip. İki uç olay da geçirmez insanı feleğin çemberinden. Bazı şeyler yavaş yavaş olur. Hiçbir şey bir gecede olup bitmez, bir gecede olup bitenler bile.
Mevcut düzen birçok kimseyi rahatsız eder. Lakin bu kimseler içerisinden yalnızca düzenin alaşağı edemediği, ölüm-kalım bir hayat mücadelesi vermeyen “şanslı” kesim vakit bulur “bağzı” şeyleri düşünmeye. Ortalama üstü adalet duygusu olan ortalama üstü vakti de varsa yürür tanımadığı kimselerin haklarının peşinden hayret uyandıracak cesurlukla. Tek gerçek ezen ve ezilenin mücadelesine indirgenir. Oysa acı bir gerçek vardır ki ezen-ezilen rolleri değiştiğinde insanlar aynı kalır. Ezilenin ezeni yerdiği yerdeki kıskançlık nefretten daha keskin bir duygudur. Belki tüm bunlardan daha trajikomiği, ezilen kişi kendi haklarını korumak isteyeni değil ezeni savunur cehaleti gereği.
Bazen düşünmek gerekir. “Kimin hayatını kurtarıyorum?”, “Kim için savaşıyorum?”, “Herhangi bir şey savaşmaya değer midir?”, “Değerse ne için ve ne uğruna değerdir?” gibi sorular savaşımın halet-i ruhiyesinde pek fark edilmez. “Kısa vadeli mi düşünmeli, orta mı, uzun mu?”, “Kendimi mi düşünmeli, sevdiklerimi mi, çevremi mi?”, “Değerleri mi düşünmeli, insanları mı, fikirleri mi?”, “O uca mı gitmeli, bu uca mı, yoksa orta yolda mı?”.
Eskiden umut fakirin ekmeğiydi. Artık pastası oldu. Ekstremumlar arası farkın açılması bir yana, bu fark artık Kaf dağından kömür madenine görünür oldu. Peki, bu pastayı eşitlemeli miyiz? Ne uğruna eşitlemeliyiz? Nepal’de birey nefsi terbiyecilerine veyahut Küba’da sosyal nefis terbiyecilerine sorarsanız cevap pastada değil ekmektedir. Lakin daha temel bir soru göz ardı edilmiyor mu burada? Neden illa nefisleri terbiye ediyoruz? Pasta yemek isteyen pasta yemesin mi ekmek yerine? Mutsuz mu olalım yani? Önce bireysel, sonra toplumsal olarak. Kim mutlu olmalı, kim mutsuz?
Hayatta hiçbir şeyi kendin seçmediğinin, her şeyin ama her şeyin esasen birtakım zarların atımı sonucu olduğunun farkına vardığında veya varamayıp varsaydığında; ezene mi yakınlaşırsın, ezilene mi? Cahile mi yakınlaşırsın, bilgeye mi? Aptala mı yakınlaşırsın, zekiye mi? Çirkine mi yakınlaşırsın, güzele mi? Empati daha mı çok kurarsın, daha mı az? Belki de en önemli soru: Kendine mi yakınlaşırsın, yoksa kendinden mi uzaklaşırsın?
⸘